0

Prestij

Film seyretmeyi severim. Bende iz bırakanlarını da mutlaka arşive alır, bazen eş, dost, arkadaşla, bazen de kendi başıma tekrar izlerim. Hafta sonu arşivimi düzenlerken bir tanesini seçip tekrar izledim. Son zamanlarda hızla içine sürüklendiğimiz karmaşa ve bunu besleyen yanılsamaların sistematiğini sanki bir anda karşımda gördüm.
Yazının başlığı, tekrar izlediğim ve bir kez daha, farklı bir açıdan etkilendiğim filmin adı.. İllüzyon, diğer deyişle yanılsama hakkında çok güzel bir yapıt; herkese izlemesini öneririm.

Film süresince, bir anlatıcı, etkileyici bir ses tonuyla, belirli aralıklarla bir şeyler anlatır. “Dikkatli bakıyor musunuz?” diye başlar sizle sohbete ve devam eder:

“Her sihirbazlık numarası üç bölüm ya da perdeden oluşur. Birinci bölüme Vaat denir. Sihirbaz size sıradan bir şey gösterir; iskambil destesi, bir kuş, ya da bir insan. Son derece gerçek, üzerinde oynanmamış, normal bir şey olduğunu görmeniz için nesneyi incelemenizi ister. İkinci bölüme, Dönüştürme denir. Sihirbaz nesneyi alır ve onu olağanüstü bir şeye dönüştürür veya yok eder. Siz bu sırada hilenin sırrını ararsınız ama bulamazsınız. Çünkü dikkatli bakmazsınız. Siz sırrı bilmek değil, kandırılmak istersiniz. Nesneyi bir abrakadabra ile yok etmiştir ama henüz alkışlamazsınız; çünkü bir şeyi yok etmek önemli değildir, onu geri getirmek gerekir. İşte bu yüzden her sihirbazlık numarasında bir üçüncü perde bulunur, yani en zor bölüm; Prestij bölümü.”

Arka plandaki bu konuşmayı dinlerken, filmde bir sihirbaz, içinde kuş olan bir kafesin üzerine örtü örter. Ellerini havaya kaldırır, olanca kuvvetiyle örtüye, dolayısıyla kafesin üzerine vurur. Kafes de kuş da yok olmuştur; masanın üzerinde sadece örtü kalmıştır! Salona tam bir şaşkınlık ve sessizlik hakimdir. O sırada, seyirciler arasında bulunan küçük bir çocuk, “Onu öldürdü!” diye ağlamaya başlar. Çevresindekiler kuşun ölmediğini, geri geleceğini söyleyerek çocuğu susturmaya çalışırken, sihirbaz, yakasındaki karanfili eline alır, başka bir örtüyle örter. Örtüyü kaldırdığında artık elindeki karanfil değil, kuştur; az öce kafeste neşeyle kanat çırpan kuş.. Fakat çocuk tekrar ve daha kuvvetli ağlamaya başlar: “Hayır, onu öldürdü, bu o değil; kuşun kardeşine ne oldu?”

Salondakiler Prestij’i kabul etmiş coşkuyla alkışlarken, çocuk Dönüşüm’deki aldanışın ve Vaat’in geri gelmemek üzere yok edilişinin acısıyla ağlamaktadır.
Filmi izlemeye devam ettikçe görürsünüz ki, her şey son derece planlı bir aldatma mühendisliği üzerine kurulmuştur: Kafes, yukarıdan vurulduğunda telleri birbirine geçerek yamyassı hale gelebilen bir mekanizmaya sahiptir. Masada, bu vuruşun şiddetiyle içeriye giren ve yassı kafesi alttaki gizli çekmeceye düşürüp yok eden hareketli bir yüzey vardır. Evet, kuvvetle vurunca kafes katlanmış, iç çekmeceye düşerek yok olmuş, masada sadece örtü kalmış, bu sırada kuş da kafesle beraber ezilerek ölmüştür. Sahne arkasında, diğer gösterilerde kullanılacak olan düzinelerce kuş, yeni katlanır kafesleri içinde sırasını beklemektedir.
Gösteriyi yapan, çocuğu asla susturamayacağını anlamıştır. Sahneden iner, yanına gelir, küçük bir hileyle çocuğun kulağından bir para çıkararak kendisine verir. Çocuk parayı alınca susar. İllüzyonist çocuğa şunu söyler: “Sırrı kimseye söyleme. Anlatman için peşinden koşarlar; söylediğin anda gözlerinde bir hiç olursun. Anlatacağın sır hiç kimseyi etkilemez; kullandığın hile ise her şeydir!”


İşte o an koptum! Tam da bu!.. dedim kendi kendime, yaşanan tam da bu! Hayatın her alanında ama özellikle mesleğimde yaşanan kesinlikle bu: Sihirbaz, planlı, programlı, prova edilmiş düzeneklerle hepimizin dikkatini dağıtarak kuşu öldürüyor..

İlacı ucuzlatıyorum diyerek Vaat bölümünü oluşturuyor. Seyircinin dikkatini sahneye odaklıyor.
Kafes içinde bir Micardis kuşu getiriyor. Üzerine bir örtü örtüyor.

Sonra Dönüşüm bölümü başlıyor; jumbojenik, eşlenik, biyojenerik, eşdeğer, abrakadabra!.. deyip, olanca kuvvetiyle vuruyor örtülü kafese. Kafes de, Micardis kuşu da yok oluyor.

Prestij bölümünde, cebinden bir ampul çıkarıyor; elindeki ampulü başka bir örtüyle kapatıyor; örtüyü açtığında yine aynı kuş..

Dikkatli bakıyor musunuz? Bu kuş, o kuş değil; bu Micardis Plus kuşu!

İkisi de aynı gibi gözüküyor, fakat değiller: Tansiyon düşürücü Micardis’in tek etken maddesi var, telmisartan. Oysa aynısı zannettiğiniz eşdeğer Micardis Plus’ınki ise telmisartan artı hydroclorotiazid.

Hydroclorotiazid, kuvvetli bir idrar söktürücü! Micardis kullanan yüksek tansiyonlu diyaliz veya şeker hastası, Micardis Plus kullanacak olursa, sonuç üzücü olur. Tek etken maddeli ilaçla tansiyonunu kontrol edecekken, artık bir de idrar söktürücü etken madde kullandığından, vücut kimyası, elektrolit dengesi bozulur.

Ve siz seyirciler, gösteri öncesi hiçbir fiyat farkı ödemeden almakta olduğunuz bu ilacı, gösteri sonrasında artık 11.75 lira fark ödeyerek almaya başlarsınız. Evet, 60 liralık fiyat 45 liraya düşmüştür, ama dikkatli bakarsanız, ek ödeme ve farklı etken maddeyi görürsünüz!
Sahne arkasında, diğer gösterilerde kullanılacak olan düzinelerce kuş, yeni katlanır kafesleri içinde sırasını beklemektedir:

6.87 liralık Beloc Zog 50, Prestij öncesi 1.62 lira fark ödediğiniz kuştur. Prestij sonrası yine 6.87 liradır ama artık 2.22 lira fark ödersiniz.
1.36 lira fark ödediğiniz 26.91 lira etiketli Lansor 30/28 kuşu, gösteri sonrasında 3.73 lira fark ödediğiniz 25.50 lira etiketli bir kuş olmuştur.
Vaat, fiyatı düşürmek. Fakat dikkatli bakmazsanız, kafesteki 2.50 liralık Bephanten Krem’in Prestij sonrası 4.50 liraya Dönüşüm’ünü göremezsiniz. Aynen Vicks Pomat’ın 2.40’tan 5.90’a dönüştüğünü göremediğiniz gibi..

Ampulden kuş yapan illüzyonist, ilaç fiyatını düşürerek tasarrufunuzu Vaat ediyor. Dönüşüm’de eczacıyı mağdur ediyor, vatandaşın sağlığını riske atıyor ve cebini boşaltıyor.

Dikkatli bakıyor musunuz? Prestij’e iyice bakın.

Sağlıkla kalın.

1

Rus Ruleti

Kaybedileni yaşam olan bu kumar, genelde silaha tek mermi konarak oynanır. Taraflar sırayla namluyu kafalarına dayar, tetiği çekerler ve o anda şansa haznede mermi varsa biri gider, diğeri kalır. Peki ya bu tatsız oyun şarjör doluyken oynanırsa ne olur?

Hükümet şu anda rulete oturdu ve maalesef dolu şarjörle: SGK’ya eczane sözleşmelerini feshettiriyor, paralı ilaç devrini başlatıyor! En çok oyu aldığı ve yandaşlarına en çok kazancı sağladığı sağlık politikasını terk ediyor ve halkı, sağlık merkezlerini, eczaneleri karabasan günlere geri döndürüyor!

Peki, neden, hangi gerekçeyle bunu yapıyor hükümet?

İlaç fiyatlarındaki indirim nedeniyle kârlılıklarındaki düşüşü gerekçe göstererek eylem yapan eczacıların boykotuna karşı gücünü göstermek için yapıyor. Her zamanki gibi, hak arayışındaki her kitleye yaptığı gibi, halkla eylemciyi karşı karşıya getirmeye çalışıyor. Sorunu çözmek yerine kitleleri birbirine kırdırmanın dayanılmaz kolaylığıdır bu.

Velev ki eczaneler seslerini duyurmak için bir günlük eylem yapmış olsun; karşılığı bu mudur? Bir şey anlatmaya çalışanların sözleşmesini feshederek tüm eczaneleri, çalışanlarını, hastalarını süresiz zulme uğratmak mıdır?

Çok moda olan bir sözcük özetler bu yapılanı: Orantısız Güç Kullanmak!

Ortada ciddi, gerçekten çok ciddi bir sorun var: Eczaneler zorda!

Hiçbir politika, hiçbir muhaliflik gereği suni olarak yaratılmayan, tamamen hayatın gerçeğinden kaynaklanan bir sorundan söz ediyoruz; ekmek parasından söz ediyoruz.

Sizi detaya boğmadan anlatmaya çalışayım. Ayrıntıları dipnot olarak vereyim. Bu işi yaparken kullanacağım veriler 2008 yılı SGK Eczane Provizyon Sistemi’nden alınmıştır; hükümetin verileridir.

Fiyat İndirimi Öncesi

Fiyat İndirimi Sonrası

Aylık Ciro

40.000 TL

31.600 TL

Kar

7.525 TL

5.944 TL

Faaliyet Giderleri

5.065 TL

5.065 TL

Net Kazanç

2.460 TL

879 TL

Vergi (21,2%)

522 TL

186 TL

Vergi Sonrası Kar

1.938 TL

693 TL

Eğer bir eczanenin aylık cirosu fiyat indirimi öncesi örneğin 40.000 liraysa şimdi 31.600 liraya geriledi, fakat, masrafları hiç de gerilemedi.

Bu eczane sadece 2 personel çalıştırıyorsa, maaş, kira, stopaj, elektrik, su, mali müşavirlik hizmeti, telefon, internet gibi giderleri sonrasında 693 TL kazanıyor.

Eczacı, 693 TL kazanıyor! Bu da eczacılığın asgari ücreti olarak literatüre geçsin.

Ve aylık cirosu 40.000 lira olan eczane sayısı 9.787.. Yani 21,886 eczanenin %45’i ayda sadece 693 lira kazanarak yaşamaya çalışıyor! Hani bir de eczacı coşup, devlet memuru aylığı isteyecek olsa, bu yüzde ne hal alır? Her gün binlerce hastayla uğraşan eczacı yanılıp bir mühendis maaşı istese, kritere uyan açık eczane kalmayacak. Var mı başka söze gerek?

Kaldı ki bu veriler ortalama değerlerde. İşin aslı, aylık 40.000 lira ciro yapan hiçbir eczanede iki personel olamaz, hizmete yetmez. Eczaneler hep köşe başlarında ve giriş katında olduğu için kiraları çok daha yüksektir. Bir tek harf yanlışlığı veya telefon numarası eksiğinden dolayı ödenmeyen ve misliyle ceza kesilen reçete adedimiz oldukça fazladır ve tamamen zarara yazar. Online işlem yaparak bilgisayar ekranından provizyon aldığımız için bilgisayar sistemlerimiz çok gelişmiştir ve sürekli bakım altındadır; bu da sürekli yatırım kalemidir.

Ey ahali! Soruyorum; var mı anlaşılmayan bir şey? Bu durumu anlatamayıp eczanemizi bir günlük eyleme sokmamıza rağmen anlamak istemeyenler neyin peşindedir? Derdimizi anlatmamız, niçin orantısız bir güç kullanımını gerektirmektedir? Bu ne hiddet bu ne celal?

Sözleşmelerimiz feshedilecekmiş!

Edilirse ne olur? Her bir eczanenin hizmet verdiği ortalama üç bin kişi mağdur olur. Ki bu insanlar, ekmek bulamazsanız pasta yiyin diyemeyeceğiniz bir kitleyi oluşturmaktadır; o ilacı o anda kesinlikle almak zorunda olan hasta ve yakınlarıdır.

Biz o kitleye anlatırız ve anlarlar. İşyerlerimiz halkımızın nabzını her an tutan bir özelliğe sahiptir. Hangi vekil, hangi bakan her gün bu kadar insanla sohbette, yardımda? Hangi bürokrat halkıyla sürekli sıcak temas halinde? Hangi partinin her gün, her derde deva olan 22.000 seçim bürosu var?

Eczanesi kapanan 100.000 teknisyen işini, aileleri aşını kaybeder.

Eczanesi kapanan halk, sağlığını kaybeder.

Eczanesi kapanan hükümet, milyonlarca insanın güvenini kaybeder.

Eczanesi kapanan eczacı, 693 lirasını kaybeder.

Sözleşmelerimiz feshedilecekmiş!

Bu tehdidi, zincirlerinden başka kaybedecek şeyi olanlara yapın.

Ey ahali; bizimle kalın.

Sağlıkla kalın

0

'Özür Dilerim Padişahım…'

Öyküyü bilenleriniz vardır; padişah yarışma düzenlemiş: “Kulum bana karşı öyle bir kabahat işlesin ki, boynunu vurdurur olayım. Ama özrü de kabahatinden büyük olsun ki, hayatını bağışlayayım ve şu kese altını vereyim”.


Çok kelle gitmiş bu yarışma uğruna ama elbet bir kazananı da olmuş. Merdivenlerden birlikte çıkarlarken padişahı el ile taciz etmiş yarışmacı kul ve hemen özrünü sunmuş: “Özür dilerim padişahım, sizi kraliçem hazretleri sandım”.


Benzer durumu evrensel “ilaç magazini” n de çokça yaşar olduk. Sağlık ve ilaç konusundaki kabahat ve özür haberleri dur durak bilmez bir yarış halinde. Tabi burada özür sadece benzetmeden ibaret; özür dileyen de yok aslında. Bunca zaman doğru olarak bildiğiniz şey yanlışmış, diyorlar olup bitiyor.


Gün geçmiyor ki hastalarım ellerinde bir gazete kupürüyle eczaneye gelmesinler: Bir gün C vitaminin faydaları, ertesi günü yapay C vitamininin zararları… Bir gün aspirinin yararları, ertesi gün aspirinin aslında hiçbir şeye yaramadığı… Bir gün ‘aşı yaptırmayın’ polemiği, ertesi gün ‘aman ha mutlaka yaptırın’ öğüdü… Sürekli bir elleme ve örtülü de olsa hatayı düzeltme durumu yaşanmakta. Hastalarım ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar.


Bir haberi size aynen aktarıyorum; kocaman başlığı var: ”Viagra’ya başla, uyuşturucuyu bırak!” Ve devamı: ‘İsveç’te yapılan bir araştırmaya göre, iktidarsızlık ilacı Viagra, uyuşturucu bağımlılarının tedavisinde olumlu sonuçlar alınmasını sağlıyor.’ İnterpress’te yayınlanan haber böylece sürüp gidiyor …


Şimdi bu araştırmayı İsveç’te hangi bilim adamı yapmış? Bu iddia hangi bilimsel makalede yayınlanmış? Haberde bunlar belirsiz. Gerçekte böyle bir çalışma yapılmış mı, onu da bilemiyoruz? Eğer böyle bir çalışma varsa, çalışmanın tamamında bilim adamlarının söylemek istediği bu mudur, emin değiliz? Pek çok insan başlık ve giriş paragrafını, giriş paragrafının evirilip çevrilip değişik cümlelerle tekrarlı anlatılışını yeterli buluyor; kim ne yazıyorsa hemen inanıveriyor.


Oysa bu haber, potansiyel bir sağlık probleminin tetikçisidir. Nasıl mı? Viagra’nın içindeki etken madde sildenafil güçlü damar genişletici etkiye sahiptir. Uyuşturucu genelde alkolle birlikte kullanılır. Alkol de akut kullanımda aynı etkiye sahiptir. Her iki maddenin de aynı zamanda kullanılması, kan basıncı üzerinde ani düşüşlere yol açabilir. Alkolü de bir kenara bırakalım, sildenafil’in özellikle orta ve ileri yaş grubunda kullanıldığını, o yaş grubunda aynı zamanda tansiyon ilacının yaygın kullanıldığını düşünürsek, kişinin yaşayabileceği sağlık sorunlarını tahmin etmemiz güç olmayacaktır.


İşte size bir haber daha: “Araştırmalar Ginseng’in stresi yok edici etkiye sahip olduğunu söylüyor.” Hadi bakalım… Hangi araştırmalar, nerede yapılmış, kaç kişi üzerinde denenmiş? Haberin kaynağı neresidir? Yok; hiçbir sorunun yanıtı yok! Her şey belirsiz. Belirgin olan bir şey var, o da, kadınların büyük bir bölümünde var olan fibrokistlerin, ginseng kullanımında arttığı!


Kafamıza vura vura şartlandırdıkları format belli: En çok okunan, izlenen haber, magazin olarak sunulan haber. Ne var ne yoksa bu formata göre hazırlansın ki okunsun, izlensin. Sağlık da bundan nasibini almalı, vermeli bol magazin soslu coşkuyu.


Sağlığın magazinleştirilmesi belki çok okunmasını sağlar, ama, pek çok sağlık sorununu da beraberinde getirir.


Sağlık asla spekülasyon kaldırmaz. Hastanın hikayesini bilmeden ginseng’e özendirmeye kalkmanın vereceği zarar, ikoncan adının yanlış yazılmasının vereceği zararla kıyaslanamaz. Bunun özrü yoktur, olsa da özür dileyene nedense hiç rastlanmaz.


Ülkemizde bilinçsiz ilaç kullanımı çok önemli bir sağlık sorunudur.


Komşumuzun tansiyon ilacını, annemizin ağrı kesicisini, arkadaşımızın sakinleştiricisini hiç tereddüt etmeden kullanırız.


Gazetelerde yazan her zayıflama ilacını, her uzun ömür formülünü, her detoksu hiç değilse bir kez denemek isteriz.


Sağlık rantiyecisi olmak için birbiriyle çılgınlar gibi yarışan “bilim adamları” nın halk sağlığını hiçe saydığı günümüzde, hiç değilse medyanın, bilimsel gerçeklere uygun bir yayın politikası izlemesi ve sağlık haberlerini uzman denetiminde hazırlaması gerekmez mi?


Sağlık dedikoducularından uzak kalın.


Sağlıkla kalın.

0

İLAÇ Kişiye Özel mi?

Bilgisayarınızın karşısına geçin. İnternet arama motorunuzu açın; diyelim ki bu Google olsun. Aranacak şey satırına “kişiye özel” yazın ve enter’a basın. Ne kadar çok sonuç aldınız değil mi? Beş milyon üç yüz altmış bin sonuç! Bu kadar başlık ve bu başlıklar altındaki bilgiye hizmet veren site var: Kişiye özel hediye, çikolata, gömlek, takvim, kitap, diyet, plaka.. ne ararsanız var.

Hizmet varsa, elbette bu hizmeti isteyen de var. Her şeyin tekdüzeleştiği, birbirine benzediği günümüzde, insanlar refleks olarak kendilerini ayrıştırmak, farklılaştırmak istiyorlar belli ki.. Marka merakının altında da bunu bulabiliriz. Yeme ve eğlenme yerlerinin ömürlerinin kısalığı ve yenilenme sıklığı da sanırım bunu anlatır.

Araba, sadece bir ulaşım aracı olsaydı, bu kadar marka ve model olabilir miydi?

Peki, bu denli ‘kişiye özel’ meraklısıyken, en önemli konuda, kişi’yi oluşturan ana malzeme olan vücut sağlığımız konusunda da bu duyarlılığımız var mı?

Biraz daha netleşirsek, vücut sağlığımızın da ana malzemesi olan ‘ilaç kullanımı’ konusunda da son derece hassas mıyız; ‘kişiye özel’ miyiz?

Her gün milyonlarca insanın kullandığı aynı ilacın, her bir insan için özel etkileri olduğunu biliyor muyuz? Başucu ilacımız diyebileceğimiz aspirin’in bile her kişi için ayrı etkisinin farkında mıyız?

Kalp ve damar hastalarının çok yakından bildiği, sıklıkla kullandığı bir ilaç vardır; Coumodin. Bu ilaç iki tarafı keskin bir bıçak gibidir: Dozu az alırsanız; kanınızın akışkanlığı azalır, damarlarınızda koyulaşır, sonucunda damarlarınız tıkanır. Aksine, dozu fazla aldığınızda da kanınız çok sulanır; bu durum da oldukça tehlikelidir, çünkü istenmeyen ve durdurulamayan kanamalara yol açar. İlaç kullanımınız hakkında bilgilendirme yapmadan geçireceğiniz en ufak bir cerrahi operasyonda dahi hayatınız tehlikeye girer. Bu nedenlerden dolayı bu ilacı kullanan hastaların belli aralıklarla kan pıhtılaşma seviyesine baktırmaları gerekir. Çok önemli bir başka konu da, bu ilacın pek çok ilaçla, örneğin, aspirin ve doğum kontrol ilaçları gibi diğer ilaçlarla etkileşime girerek etkinliğini arttırması veya azaltmasıdır.

Coumodin dediğimiz bu ilaç o kadar kişiye özeldir ki, internette çok ciddi bir sitesi kurulmuştur. Diyelim ki kalp hastasısınız, sitedeki forma bilgilerinizi girersiniz: Cinsiyetiniz, sigara içip içmediğiniz, kullandığınız diğer ilaçlar önünüze açılan ekranda sorgulandıktan sonra gen şifreniz dahi istenir. Sonuçta, size uygun doz belirlenir.

Yukarıda basit iki örnekle anlatmaya çalıştığım ciddi konu şudur: Eğer boşuna avuç avuç ilaç yutmak istemiyorsanız, tedavinizde kaş yapayım derken göz çıkarmak istemiyorsanız, bağışıklık sisteminizi yıkmak istemiyorsanız, ilaç kullanımında genel ve özel doğrulara uymak zorundasınız!

Genel doğrular bellidir: İlacı komşu tavsiyesiyle değil doktor muayenesiyle ve eczanenizden alacaksınız; saatinde ve aksatmadan kullanacaksınız; ‘iyileştim’ varsayımıyla ilacı kesmeyecek ve tamamen bitene dek kullanacaksınız; ‘aç karın-tok karın’ kavramlarını bileceksiniz.

İlaç kullanımında ‘özel doğru’ nedir, derseniz, ilacın ‘kişiye özel’ kullanımıdır derim. Her bir kişinin hastalık ve ilaç geçmişi kendine özeldir. Ailenin ve kalıtımın etkileri ilacı kişiden kişiye farklı kılar. Ahmet Bey’in ailesi sebze ağırlıklı besleniyordur; spor alışkanlıkları vardır; tütün kullanmıyorlardır; alkol tüketmiyorlardır; stres azdır; meyve çoktur; kalıtımsal damar sertliği, kalp ve şeker mirasları yoktur. Mehmet Bey’in ailesi hamurcudur; bakkala bile arabayla giderler; alkol, tütün, meyve yoktur ama et tüketimi çoktur; kalıtımsal şeker vakaları vardır. Ahmet ve Mehmet Bey’lerin hastalık teşhisleri ve kullandıkları ilaç birebir aynı da olsa, vücutlarının vereceği tepkiler farklıdır ve tam anlamıyla ‘kişiye özel’ dir. Üstelik bu ilacın yanında kullandıkları diğer ilaçlar da varsa, ki mutlaka vardır ve sayıları beşten az değildir, ilaçların birbirleriyle etkileşimleri ve tedaviye katkıları farklıdır.

Söz konusu farklılığın temelinde DNA yapıları yer almaktadır. Bilim dünyası antibiotiklerin keşfinden sonraki en önemli buluşun DNA şifrelerinin çözülmesi olduğu konusunda hemfikir. Çıkarılan gen haritası sayesinde, çok yakın bir gelecekte kalp, kanser, şeker, parkinson, alzheimer gibi hastalıkların tedavisinde çok önemli adımlar atılacak ve ‘ilaçların kişiye özel kullanımı’ ile, yaşam kalitesi yükselecektir.

Her insanda bulunan yaklaşık elli trilyon hücrenin çekirdeğinde insanın fiziksel ve sağlık durumunu belirleyen kromozomlar vardır. Kromozomlarda da dizilişleri insandan insana, ırktan ırka farklı olan DNA’lar bulunur. Bu diziliş sırasına, genetik şifre adı verilir.

Genetik şifrelerin çözülmesiyle elde edilen ‘kişiye özel’ yaklaşımlarla, günümüzde ilaç dozları çok daha iyi ayarlanmaya başlanmış ve hastalarda ilacın yan etkilerini ve birbirleriyle olumsuz etkileşimlerini en aza indirmek mümkün olmuştur.

Doğru teşhis, doğru ilaç kadar, ilacın dozunu ve diğer ilaçlarla etkileşimini doğru ayarlamak da çok önemlidir. Bu da reçeteleriniz; hastalık özgeçmişiniz; aile yapınız, varsa kalıtımsal miraslarınız ve yakında elde edebileceğiniz gen haritanızla ilgilidir..

Bu konuları kendileriyle sürekli paylaştığım hastalarım artık tüm verileriyle başvuruyorlar; bilgi formlarını dolduruyorlar; ben de mesleğimin sanatını uygulama mutluluğuna eriyorum: Onlara, “kişiye özel” olarak hangi ilacı hangi koşullarda kullanırlarsa “gerçekten” iyileşeceklerini anlatıyorum. İlaçların her birini hangi diğeriyle, tam da hangi saate, hangi koşulda almaları gerektiğinin çizelgesini veriyorum.

Biliminin özel’lerini bu denli çoğalttığı bir çağda, şu söz ne kadar da anlam kazanıyor: “Kişiler arasında bu kadar değişkenlik olmasaydı, tıp bir sanat değil, bir bilim dalı olurdu”.

Sağlıkla kalın.

0

Yangın var!..

Hükümet en çok oyu sağlık politikaları üzerinden aldı. Ancak, uyguladıkları sağlıkta dönüşüm projesi, sağlığın özelleştirilmesiyle birlikte, harcamalarda karşılanamaz artışları da beraberinde getirdi. Artan harcamaların üstesinden gelemeyen hükümet, bunun faturasını gözünü kırpmadan halka, hekime ve eczacıya kesti.

Ekim 2009’dan bu yana vatandaş muayene ücreti ödemeye mecbur edildi. Eczacı hiçbir kazancı olmayan, aksine halkla karşı karşıya gelerek maddi manevi zarara uğratan bu işe bedava memur olarak tayin edildi. Bununla da yetinilmeyip, bir yıldır gidilen tüm sağlık kurumlarının muayene ücretleri geriye dönük olarak vatandaştan tahsil edilmeye başlandı.

Ayrıca orijinal ve muadil ilaç arasındaki fiyat farkını da vatandaştan alan hükümet, emeklinin üç kuruşluk maaşına da göz dikti: Dün eczaneme gelen emekli karı kocanın ilaç farkı ve muayene ücretleri toplamı 70 lira idi. Bunu bir de şöyle düşünün: Kronik hastalığı olanların, dializ veya kanser hastalarının, haftada iki veya üç kez üniversite hastanelerine gittiklerinde sadece muayene ücreti ayda 96 TL tutar ve bu ücreti ödemeden de ilaçları alamazlar!

Hükümet, ilaç alım satım koşullarını değiştirmek için ikide bir genelge yayınlayıp, ertesi gün uygulanamazlığını görüp, başka bir yeni genelge yayınlar, ya da uygulanmasını ileri bir tarihe öteler hale geldi.

Örneğin, bir genelgeyle, tansiyon ilaçlarının büyük bir bölümünün sadece kardiyologlar tarafından yazılabileceği bildirildi. Bir gecede alınan bu kararın uygulamasını bir düşünün.. Bulunduğunuz yerde kaç tane kardiyolog var? Var olan kardiyologların kaç tanesi iki aydan önceye randevu verebiliyor? Bu doktorlar şimdi reçete mi yazacaklar, hasta mı muayene edecekler? Bu kaosun sonucu sizce ne oldu? Söyleyeyim: genelge ertesi gün durduruldu.

Son genelge, sağlıkta tasarruf paketi olarak açıklanıyor. 660 milyon liralık bu paketi taşımak, her zamanki gibi yine eczacılara ve halka düşüyor.

Güncel soruyu tahmin etmek hiç de zor değil: Bu paket nedir ve eczacılar bu pakete karşı mıdır?

Biz eczacılar hem ucuz hem de yerli ilacı her zaman savunduk. İyi de, savunmak demek, bu konudaki her uygulamaya düşünmeden, eleştirmeden, zararları ortaya konulmadan balıklama atlamak mıdır? Üç yıl öncesine kadar 90 liraya satılan ilaç bugün 10 liraya satılıyor! Demek ki üretici hala kar edebiliyor. Peki, hükümet neden bunun hesabını sormuyor da, stoklarımızdaki pahalı alınmış ilacın satışına geçiş süreci tanımadan, bir gecede eczanelerin rafındaki zarar paraya el koyuyor?

Uygulamanın yaratacağı zarar için tepki konulunca da “İlaçların fiyatları düşüyor diye eczacılar boykot yapıyor” diyor hükümet yetkilileri. Her grev ve boykot yapan iş koluna yaptıkları gibi, bu kez de biz eczacıları halkla karşı karşıya getiriyorlar. Eminim bir kez daha yandaş medya kamera ve mikrofonu kapıp sokaklara dökülecek, halkın arasında konumlanmış kişilere soracağı çanak sorularla hükümete yarayacak yorumları yapacaktır.

Bu kargaşada dikkatten kaçmaması gereken asıl mesele, hükümetin öncelikle halkın satın aldığı ilacın fiyatını değil, kendi satın aldığı ilacın fiyatını düşürmeye çalışmasıdır. İskonto oranının %11’den %25’e çıkmasını, eczacının kazancına göz dikmekten başka nasıl açıklayabiliriz?

Kuruma bağlı bir vatandaşımızın örneğin 10 lira etiketle eczaneden satın aldığı bir ilaç için eczacı devlete 8 lira fatura keser. Devlet son genelgeyle eczacıdan 8 liraya satın aldığı ilacı, yarından itibaren 4 liraya alacağını ilan etti. Oysa bu ilacı eczacı 7 liradan alarak rafına yerleştirdi. 7 liraya alınan ilacın 4 liradan satılması isteniyor! Burada neye yanalım? Eczacının elinde bulunan ilaçların her birinden edeceği 4 liralık zarara mı; gittikçe düşen karla eczanesini çekip çeviremez duruma geleceğine mi?

Devletimiz bizim cebimizden tasarruf tedbirleri alacağına, bu 10 liralık ilacı 35 yıldır 60 liraya satan ilaç tekellerinin aktörlerini ve onların yolsuzluklarını sorgulasın. Aynı ilaç tekellerinin ödediği gezi masraflarını sorgulasın.

Bizlere “Eczanenizi boykot amaçlı kapatırsanız ilacı marketlere sokarız” diye aba altından sopa gösterenler, ilaç pazarına göz diken, sağlığı sadece parasal kazanca endeksleyen, çikletle ilacı aynı rafa koymaya zaten yıllardır hazırlanan holdinglere nasıl göz kırptıklarını anlatsınlar.

İlaç fiyatları düşsün; düşsün ama vatandaşın cebinden daha fazla para çıkmasın.İlaç üreticileri elimizdeki pahalı satın alınmış ilaçlardaki zararımızı karşılasınlar.

İlaç fiyatları düşsün; düşsün ama bu iş kazanç yüzdelerimizi, Türkiye’deki 25.000 eczanenin 15.000’ini kapattıracak kadar düşürerek olmasın.

Eczacılarına her aklına estiğinde bir genelge çıkaranlar, isterlerse bunları da sağlarlar.

Üreticiler yıllardır bu ülkede fahiş fiyatla ilaç sattılar. Yabancı sermaye bütün yerli ilaç fabrikalarımızı yok pahasına satın aldı. Üretici kazancına serbest piyasa kuralları denerek hiç dokunulmazken, eczacı kazancıyla her fırsatta oynandı.

Bu hükümet, işine gelen her uygulamanın yolunu açmak için, Avrupa Birliği söylemini kullandı. Toplumun ilerleme ve gelişme özlemlerinin bir sembolü olan AB’yi hep işine geldiği kadar kullandı. İşte şimdi tam da AB zamanı: Haydi dönüp bakalım bir kez daha AB’ye ve bu sorunu nasıl çözdüklerini irdeleyelim. Acaba onlar ne yapıyorlar da üç günde bir ortalık yangın yeri olmuyor ve eczacı itfaiye erliği değil de gerçek görevini yapabiliyor?

Örneğin, Fransa, kutu ilaç başına 0.53 euro ödüyor eczacısına. İngiltere 90 peni ödüyor. Hollanda, Almanya, Avusturya kutu başına değil, reçete başına ödeme yapıyor. Hollanda 6.10 euro, Almanya 8.3 euro ve Avusturya 4.8 euro ödüyor her bir reçete için.

İşte size çözüm yolunda atılacak bir adım saygıdeğer genelgeciler: Ödeyin hizmet bedelimizi; verin eczacılık meslek hakkımızı; siz de kurtulun biz de kurtulalım! Artık ilacın fiyatını mı indirirsiniz, muadil ilaç uygulaması mı yaparsınız, hastadan muayene ücreti mi talep edersiniz, emekli maaşlarını ilaç üzerinden kasanıza geri mi koyarsınız; sizin bileceğiniz iş. Ivır zıvırla uğraşmak yerine, biz de işimizi yaparız: İlacı anlatırız, sağlıklı kullanımını açıklarız, hastamızı takip ederiz, mesleki bilgimizi arttırırız. Eyleme, boykota değil, vatandaşa daha fazla nasıl yardımcı olacağımıza harcarız enerjimizi. Siz de bizler için hazırlayacağınız seri genelgelerden tasarrufla sağlık bütçesini denklersiniz.

Söz bitti; gösteri zamanı.Perşembe günü anahtarlarımızı SGK na teslim ediyoruz. Cuma günü eczanelerimizi kapatıp, sizlere yangını göstermek istiyoruz.

Yangın var! Eczaneler yanıyor! 25 yıldır hizmetimi esirgemediklerim, itfaiye eri eczacınıza sahip çıkın.

Sağlıkla kalın.